Cuma, Eylül 04, 2015

Mektub-i Sitem.. Bir Arkadaşımın Mektubu..

Seni düşünebilecek kadar unuttum.  Düz bir çizgi halinde ki gülüşün, orta parmağınla gözlüğünü itişin, memnun olmadığındaki göz devirişin, güzel bulduğunda gözünü üzerime dikişin, avuç içini yere doğru eğişin, ilanı aşk edişin, Göksu yollarında elimi tutuşun.. devam etmeyeyim..  Bütün bunları hatırlayabilecek kadar unuttum.

Açıldı hafızamın kapıları. Dağılmıyorum özleyince seni. Dağılmıyorum kapıların ardından hücum  eden anılar zihnimi istila ettiğinde. Filli bileziği takacak kadar unuttum seni. Hatta gövdesi olmayan şu düşünen tahta adam hediyeni görünür bir yere bile koydum. Üst gövdesi delik o tahta adam.. Anımsadın mı bilmiyorum? Çatı katından çıkarıp verdiğin o tahta adam.. Tam kalp kısmı eksik.. Yoksa onu bende kasıtlı mı bıraktın ? Göğsü boş, her yeri sert ve kupkuru  bir tahtadan.. Elimi boşluğunun içine soktum. Ne yapsan dokunamıyorsun tahta adama. Ne uzatsan içinden geçip dışına çıkıyor, ulaşamıyorsun adama.. Önünde duruyor, kavuşamıyorsun adama. Kalbine uzanıyorsun, bulamıyorsun. Sesini bir türlü duyuramıyorsun adama. Yumuşatamıyorsun.


Neyse, tam çiçekli elbisemi makaslayacaktım ki kendimi durdurdum. 30 yaşımın “sen hediyesi” bildin mi ? Sağ olsun 30 yaşım.. Küfredeceğim de sağ olsun diyorum..  30 yaşımın sen hediyesinden gelen çiçekli elbise.. 30 yaşımda öleceğim derdim hep. Ne kadar da ayıp etmişim, haksızlık etmişim 30 yaşıma deyip mahçup olmuştum sonra. Bak bahtım döndü, gönlümde çiçekler açtı elbisemle birlikte, 30 yaşım  utandırdı beni, heyt be..  diyerek giydiğim o çiçekli elbiseye yüklenmiş şapşal anlamlara kıkırdayacak kadar unuttum.

Sonra resimlerimizi açtım.. Kovaladığın köpeği özlemişim.. resimlerde beslediğin ördekler aç.. Topladığın böğürtlenlerden yiyorum ama zehirleniyorum..  Sonra resimlerdeki mezarlık pozlarımıza bakıyorum. Sahi neden ölülerle resimler çektirmişiz ? Mezarların önemi büyükmüş bizde. Mesela bir gece yatıp uzandığın mezarı düşünüp ağlıyorum, ne kadar acı çekmişsindir diye..  Sonra kendi uzandığım mezara bakıyorum.. Ne kadar acı çekmişim diye.. İlk öpüştüğümüz mezarlığı anımsadım. Rahatsız ettiğimiz ölüleri bir de.  Ondan oldu bu lanetli son. O ölüler bırakmadı peşimizi. Ve ben o ölülere imrenecek kadar unuttum seni.

8 haziranda o mezarlığı ziyaret edeceğim.  Özür borcumuz var, ayıp ettik. Tek tek ölülere öpücükler vereceğim. Belki canları istedi, belki yaşamları boyunca dudakları bir kez olsun öyle gülümsemedi. Ölü adama yapılır mıydı bu ? Bu kadar güzel nefes alınır mıydı ölülerin yanında?  Tek tek iade edeceğim onlara imrenişlerini. “Ben de öldüm, hakkınızı helal edin” diyeceğim. Aralarında yatacağım sözüm olsun. Gönül alacağım. Senin yerine de uzanacağım. Senin yerine de uzanıyorum uzun zamandır. Senin yerine de uzandım. Hatırladın mı? Ben de bir gece ötelere doğru uzandım. Gittim, geri geldim. Sen, cenazemi ziyarete gelmedin. Mezarlığımdan geçerken öpüştün sevgilinle. Huyun mudur bu senin ?

Karanlık mağaralar, harabe yerler, kaybolmuş antik kentler.. Dolaşmıyorum, bıraktım.  Şifreyi çözdüm. - Karanlık- harebe-kaybolmuş- Yoksa, sen benimle buralarda kasıtlı mı dolaştın? Dağ, bayır dolaşıyor musun gerçekten hala?  El ele, öpüşe öpüşe dolaşıyor musun? Kaleden ok atılan köşelere sokuluyor musun ? Kurtarıyor musun terliği aşağı düşmüş yeşil elbiseli prensesleri ? Mitolojik tanrılarla aran düzeldi galiba..  Allah aşkına öyle ise konuş onlarla. Yukarıdan bakıp dalga geçiyorlar  benimle. Ve harabe yerleri seviyorsan hala. Gel içimde dolaş biraz da. Çünkü karanlık-harabe-kaybolmuş buralar.

Hergün mutlaka trafikte kara arabalara çarpıyor gözüm. -Adı karaduldu değil mi ? Korkuyorum bakmaya içlerine. Plakalarına bakıp rahatlıyorum, oh sen değilsin diye.  Karadulu araştırdım da geç oldu biraz galiba. Çiftleştikten sonra öldürüyorlarmış eşlerini.  Mesaj mı vermek istemiştin bana ?  Sildin mi karadulun içindeki  lekelerimi -anladın sen onu- Sildin mi içindeki lekelerimi? Öldürmeden, unutamıyorsun değil mi ?

Ömer Seyfettin’i okurken anımsadım sonra seni. “Kol kesildi diyet ödendi” diyen bir kölenin hikayesi..  Son sözlerin öyleydi; “Kol kesildi, diyet ödendi”. Azad olunuyor mu sahiden böyle? Bir de buradaki kol ben oluyordum galiba değil mi?  Kesilen ben oluyordum, diyeti ödeyen sen.. Diyelim ki diyetini ödedin..  E peki şimdi kolun diyetini nasıl ödeyeceksin? Yoksa öbür koluna mı yelteneceksin? Dikkat! Böyle böyle organsız kalacaksın.  Ve "hayalet uzuv sendromu" gibi.. Kolların olmayacak ama ağrısını varmışcasına yaşayacaksın...

Ben bu arada hala mevcut kolumlayım.  Ağrısı arttı. Kangreni bedenime bulaştı. Asıl diyet böyle böyle ödeniyor aslında. Ve fakat kıyamadım da kola. Bir de itiraf edeyim. Bir yanım kangren kolumu seviyor hala.

Kedi aldım, kuş aldım, balık aldım. Senden sonra biraz kalabalıklaştım. Oh be dünya varmış, yalnızlıktan uzaklaştım. Seviyorlar beni. Resmi nikahımız yok. Yine de hatırımı gözetirler, ısırmazlar beni. Onlarda nikah gerekmiyormuş merhamet için.

Tam olarak 12’den isabet!  Domino taşını buldun. O ilk taşı buldun, helal. Bütün hikayeler, cinler, periler, ifritler, iblisler çıktı deliklerinden. Durulmuş, dinmiş bütün denizler.. Hepsi, o son hamlen ile çalan surla kabardı.  Öldü sandığım devler, gitti sandığım cüceler, bitti sandığım yaralar uyandı. Ben şimdi 5 yaşındayım yakarıyorum anneme kapıyı aç diye. 4 yaşındayım yalvarıyorum babama yaklaş diye. Ben şimdi 8 yaşındayım çok yalnızım, 9 yaşındayım karanlıktayım. Ben şimdi 30 yaşımda her yaşımdayım. Her yaşımın yüzü ile konuşuyorum. Spotların altında ve aynadaki çıplak yüzümle. Her yaşımın hüznü ile buluşuyorum.

Senin de çocukların üşüştü biliyorum başına. Yüzlerce çocuğun, farklı zaman dilimlerinden hucum ediyor. Kimi "kendin pişir kendin ye" çiftliğinde aç kalma korkusunda. Kimi, çoraplarını kendi yıkıyor, kimsesi yok. Kimi, aldatılmış hüsranda. Kimi, pis mendilleri kokluyor. Kimi, yüzünün izlerinde boğuluyor. Kimi, babalı bir piç gibi hissediyor-babası olmasa gam yemeyecek. Ve çocuk mezarlığından bir çocuklar sürüsü üzerine hurra ediyor. Vaktim olsa onları besleyecektim. Isıtıp, yedirip, içirip, okşayacaktım. Üzerime salmasaydın çocuklarını kendimi onlara anlatacaktım.

An geliyor ben bölüyorum anı. Geçmişten kopuyor ve geleceğe uzanmıyor. Bu yüzden sonsuzlaşıyor. Bir baloncuk açıyorum. İçine giriyoruz seninle. Mekanı dışlıyorum onun içinde. Sen hala çok iyisin orada. Beni anlarken ki halin gibi. Gülümserken ki gibi..  Göksü’ daki gibi dokunuyorsun bana. Terliğim düşüyor, terliğimi getiriyorsun.. Böğürtlenler topluyorsun, gıdıklıyorsun. Sakız patlatıyoruz, yarışıyoruz, çocuklaşıyoruz. Çamura düşüyorum, pantolonunu veriyorsun. Pencerimin önünde karanlıkta saklanıyorsun. Ormanlar buluyoruz, gizli patiska yollar, çadırlar kuruyoruz orada. Seni çok seviyorum, çok özlüyorum burada.  Çok sarılıyoruz, çok sevişiyoruz, çok gülüşüyoruz.. özürleşiyoruz, affediyoruz, unutuyoruz, dertleşiyoruz orada.. O baloncuk dağılıyor. Dışına çıkıyorum. Gerçeğe dönüyorum.  Sen, zalime ben, mağdura evriliyoruz. Ancak zalimliğinle onarılıyorum. Zalimliğinle daha iyi başa çıkabiliyorum. Kötü olursan, daha kolay unutuyorum. Kötülüğüne dayanabiliyorum. Daha antremanlıyım bu alanda. Kötünün terkedişi, iyinin yok oluşundan daha evla. İyi hallerinle başa çıkamıyorum. İyi halden uzayacak ömrün yoksa.


Hamileyken çirkine, aşıkken de birleşmemiş köprülere bakılmazmış. 3. Köprünün direklerinden oldu hep. Yırttım o saçma resimleri –yırtmadım yırtmadım-  3. Köprünün direkleri kavuşacakmış çünkü yakında. Gidip tamamlanmışına da bakacağım. Garipçe’ de ki o boş kaleye sığınacağım. Ölürsem o deniz kıyısındaki mezarlığa gömüleceğim. Ölmeden önce son bir kez daha sevip bu defa da o mezarlıkta öpüşeceğim. İnat değil mi.

İşte böyle hatırlayabilecek kadar unutmuşum seni. Unuttukça hatırladım, unuttukça cesaret ettim hatırladım seni. Unuttukça hatırladım. Unuttukça. Unuttum. Unuttukça.. Hatırladım.. Hatırladıkça unuttum.. Böyle böyle takıldım perseverasyonlara..

Aşkın optik ayarlarına tam uygun konumda bıraktın kendini. Çözünürlük, maksimum. Görüntü çok net. Biraz yakınlaşsan flulaşır biraz uzaklaşsan kaybolurdun. Nasıl böyle milimetrik ayarladın kendini. Işık tam tepeden vuruyor üzerine. Gölgen bile yok. 

Kimseye anlatmıyorum bunları. Sessizliğimin içine gömdüler beni. Düşman olmamı bekliyorlar sana. Şimdi hala ..… desem deli diyecekler bana. . Patalojik ….  diyecekler bi tarafımın doktorları. Aşk filan da değil bu aşk filan değil. Unuttuğum tüm hikayelerimi yeniden okudurm ve edit etmek istiyorum sadece. O en iri taş yerinden oynadı sayemizde. Hikayelerimi örttüm sanmıştım. Nasırlaşsınlar diye neler yapmıştım. Şimdi hikayelerim canlı bomba gibi elimde.  Kıpırdayamıyorum haliyle.

Senin hikayen ne durumda peki ? Duydum ki konsept değişmiş sende. Masumların yanında olmuşsun, haksızlıkların karşısında - tüm bunları yaparken varsayımın hiçbirisi gibi  olmadığın şeklinde- Dürüst olmuşsun, can yakma pahasına. Merhamet dağıtmışsın, acımasız ola ola. Legal cinayetler, meşru yaralamalar yaratmışsın temizlenmek uğruna.. Kötüden çalıp iyilere vermişsin. Hırsızlık mübah olmuş. Ve hatta sevap.  Ailecek seyrettik. Çok beğendik.  Sen ne ara Robin Hood oldun  anlamadık ama.

Hayat, benimle tematik çalışıyor.  Aynı tema hep aynı tema.. Beşikten mezara.. Aynı anaları yaratıyor aynı babaları, farklı oyuncularla.  Ben, böyle bir ajitasyonlar, bir dramatizasyonlar, kendimden sıkıldığım bir dışavurumsal sanatlar peşinde.. Hangi köşede dua etsem kabul olur, hangi çocuğun başını okşasam bir günahım dökülürün hesabında..  Babaanne gibi, eden bulur mu, ahlar tutar mı sohbetlerinin içinde.. Potansiyel suçlarımdan cezalarımı avucuma almış, kaldırıma oturmuş, çitletiyorum.  Bazen ağzımdaki bantı çıkartıp kendi kendime ifadeler  veriyorum “Çalmayacaktım hakim bey, vallahi o tetiğe basmayacaktım” diyorum. Rüyalarımda dilsizim konuşamıyorum. Kalemler kırılıyor. Davalar, dosyalar uçuşuyor. Ağlayanlar, suçlayanlar, seyredenler. Rüyalarımda sağır kulaklara yalvarıyorum. Ya hep birileri kör, ya birileri sağır,  ya birileri dilsiz, bir taraf diğer tarafa ulaşamıyor hep. Kabir azaplarına yataklardan başlanıyor. Kederinle gömüldüğün soğuk yataklarından.

Allah’ın mübarek kulusun. İmreniyorum. Yaktığın gemilerden sandallarla döndün adana. Kayıplar, alındı geri. Kollar kesildi yerine yenileri bitti, ot gibi. Korktuklarını savdın. Günahlarını bir günde üzerinden attın. Suç ortaklarını tek bir günde sattın. Saflar ne kadar kolay değişti? Ve sen temize çıktın. Hep istediğin affedilmekti. Bir ağacı kurtarmak için bütün bir ormanı yaktın.  Sonra da başımıza çevreci kesildin. Dimyattaki pirinci de yedin eldeki bulgur da kaldı. İmreniyorum sana. Ben de senin Allah’ından istiyorum. Buradaki adalet farklı tecelli etti.

Suçladığın herkes oldun, suçladığın herkes. Suçladığın baban oldun, suçladığın sevgilin oldun, suçladığın annen oldun, suçladığın ben oldun..  Hep bir mantıksal gerekçen vardı. Hep bir neden sonuç ilişkisi, hep bir tutarlılık yanılsaması. Gerekçesi olan herşey senin için mübahtı. Kötü olmamak için herşey oldun. Birşey olmamak için herşey oldun. Nerede birinden korksan öbürüne sarıldın. Nerede birine sarılsan kendisinden korktun. Ve her korktuğunda diğerine sarıldın. Birini diğeriyle, diğerini ötekiyle ve herkesi birbiriyle yonttun. Taşları sürte sürte ateş çıkardın. Hep haklı, hep iyi, hep temiz nasıl kaldın?  Bayım, “temizlenişin”  tüyler ürpetti.

Durmak yok yola devam. Bilinç altın her yeri kapladı. Paralel de o, derin devlet, asker, polis, savcı da o. Bilinçaltın darbe yaptı. Kendi cadılarını, hainlerini, kötülerini yarattı. Eline bir masum bir de zalim lazımdı. Kurtarıcı olmaktı soyunduğun rol. Sana suçluluk olmaksızın kesebilecek bir el, utanmaksızın suçlayabilecek bir zihin lazımdı. “Dava adamı” oldun. Tanık olduk nasıl yüceleştirilir cinayetler, nasıl rasyonalize edilir suçlar, nasıl aklileştirilir saçmalıklar. Tanık olduk nasıl estetize edilir ilkel korkular.

Ben etik, ideolojik, bilmem ne söylemlerle acemi bildiriler dağıtırken etrafa. Ne komik gençmişim, tecrübesizmişim daha doğrusu kazık yememişim daha. Maval okumak kolaymış. İyilik, temizlik, güzellik demek, kötüleri cık cıklamak kolaymış o ara. Yahu sen beni suça ikna ettin. "Kötülerden çalıp iyilere vereceğiz" dedin. Hırsız olduk. Meşrulaştı. Tatlı da geldi sonra. Ben sahiplendim bu işi. Saflık bu ya. Kendim için hiçbir önlem almamışım  bu arada. Güven, biz bu işin hakkını vereceğiz dedin. Tam son bankayı boşaltırken kalktın bizi ihbar ettin. Neymiş bana hiç güvenmemişsin. Mapustan yazıyorum bunları sana. Bankada müdür olmuşsun. Tebrik etmek istedim.

Herkesten herşeyi bekleyebilirdim. Herkesten herşeyi. Beni sevenden de, deli dizgin aşık olandan da. Allah'la arası iyi olandan ya da etrafa kibarlıklar dağıtandan da. Küçük Prensi seven bir adamdan değil ama. Referansın küçük prens olmasaydı. İçime kabul etmezdim seni. 41 tane gün batımı saymaya yeltenmezdim seninle. Sahi hatırlar mısın, 41 gün batımı projemiz birinci numarada bitmişti. Bizimkisi, pazartesi akşamında diyeti bozan kadınlar sahiciliğinde bir sevgi.  Sen kaldığımız yerden devam ettin. Ben, insansız ve güneşsiz hava sahasında. 41 alacakaranlık çalışmasında. Ben, ıstakozun gözlerini çıkaran kadın. Cabbarım. Şefkat, lazım değil bana.

Zihnin ışık oyunları. Aynı kırmızı parlak taze elmaya baktık. Sen kadrajı değiştirdin, ışığı düzenledin, açıyı ayarladın, zoom yaptın, bilmem ne oldu..  Sonra bütün bu ayarlamaları kendinin yaptığını unutup elmaya baktın. Ve çürüdüğüne inandın.

Ve fakat. Sular çekildiğinde belirecek pislikler var. Bir dalga çıktığında.. Tortular suyun dibinden hucum edecek yukarı doğru. Ve  öfken geçtiğinde. Ve korkun dindiğinde. Can havlinden çıktığında. Zihnin paydos ettiğinde. Rol dağılımları yapılacak yeniden. Ki elma duruyor orada hala. İlüzyonlar dağıldığında. Herşey o zaman yeni başlayacak senin için. İyi bak, bu defa gerçekten çürümüş de olabilir elma. Ve işte belki de bu..  Bütün ilüzyonlarını sil baştan destekleyecek. Bu yüzden muhtemelen kurtulamayacaksın matrixinden. Sistemin ya  kendini her daim koruyacak ya da birgün kendi kendisini imha edecek.

Seni, çevreni saran ateş değil ancak ve ancak kendi kendini sokuşun öldürecek.

-- Sana kırmızı hap mı  mavi hap mı dedim. Ve sen, benden nefret ettin.

   Hey gidi..  Nerede kaldı, "Cesur Yeni Dünya" mottosu...


Salı, Haziran 30, 2015

nasıl desem ? kızlara yakışır şiirler yazmak istiyorum adamım.

nasıl desem 
kızlara yakışır şiirler yazmak istiyorum adamım
böyle naif, bilekleri ince, saçları ipek gibi şiirler
sonra aklıma büyücüler geliyor, cadılar ve zebaniler
saçı okşanası bir çocuk olmaya çalışıyorum
sonra aklıma deliler geliyor ve delirticiler
çocuklara benziyorsun adamım 
kızları prenses yapan 
vahşi ve yabani bir ota 
kırılganlığını hatırlatan türden

evlinin camlarına taş attığım doğrudur evet
çünkü zillerini öğretmediler
taşlar bumerang.. kaşım yarılıyor.. bozuk atıyorum.. 
sağlamını öğretmediler..
bodrum katına gel
seni seveyim diyen bir amcayla 
hevesle karanlığa inen
bahtsız bir çocuğum
sevmeyi öğretmediler
yaşlı amcalara benziyorsun adamım
seveceğim deyip
bodrum katına indire türden

elimde bir su tabancası ile
koruyorum sana karşı kendimi
malum hayat bu dersimi aldım
öyle ya saf değil uyanığım
yine de sapan canını fazla yakar diye bıraktım
borudan üflenen iğneli kağıtlarımı da attım
yani sana özel az buçuk silahsızlandım
çünkü sen  ne zaman silahı sana doğrultsam 
başımı okşayacak adamlara benziyordun adamım
benimle ıslanacak türden

ama hayat bu ya..
korkuyorum birgün..
karanlıkta siliuetin..
vahşice gidecek gibisin.
can havliyle elim cebimde
çıkarıyorum tabancamı
yaralı bir köpek gibi
fışkırıtıcam şarjörden salyalarımı 
ahh işte ilerlet tam orası..
mermilerin sivri uçlarıyla içimdesin
hızlısın, cabbarsın ve çeviksin.. 
duellonun galibisin sevgilim
ve fakat.. su tabancalı bir çocuk için
pek de adil değilsin

velhasıl kelam..
annesi ile evde ölü bulunmuş
bir kadın olacağımı biliyordum
"ölüsü değil,
bulunması şaşırttı bizi"
diyecekler arkamdan
içimdeki çocuk mezarlığından
sürüler halinde üzerime doğru koşan
bir mahşer yerinde buluyorum kendimi
biri üç yaşında terkedilmiş
biri beş yaşında gasp edilmiş
biri sevmiş heba edilmiş
biri bir adama hibe edilmiş
biri otuz yaşında recm edilmiş
hepsi benim yarı ölülerimdir 
eteklerime asılan benim delilerimdir
artık her gece
bodrum katına indirirler beni
şairliğe karşı rehin bırakırım kendimi
fakat iyi kızlar şiir yazmaz adamım
ellerini kirletecek türden

kader, bir anne adı

her insan bir kader ile doğar doktorcum.
kader, bir anne adıdır fakat.
insanın yazgısı, annesinin yalnızlığıdır.
ilk dayadığı süttür ağzına.
ilk patiğin yalnızlık rengindedir
ömür boyu gezeceğin ayaktır
yalnızlık,
kordonundan ilk üflediği şeydir ruhuna.
nasıl anlatsam.
midemin yanması.. başımın sancısı..
konversif, histerik, psikosomatik.
deyip hafife alma doktorcum.
özlemi yanmış bir ciğer kokusunda bulursun
dilinden organlarına yayılır hasret
türkçeden ümidini kesmiş
"organca" sana birşey anlatmaktadır
böbrekler günahlarından kum dökmektedir
nasıl anlatsam

nasıl anlatsam öykümü sana.
tek gözlü bir ejderden doğma
yer cücesinden olma
ben, mahallenin ucubesi
sepetlerdeki kurtlu elma
etiyolojimi anlattım işte
prognozumu sen anla
yaralarımı ayıplama doktorcum
yaralarımın resmini çekip
beni böyle anımsama
soyunuyorsam yanında
dokun lütfen
cüzzam değil inan bana

tüm mektup haklarımı doldurdum doktorcum
sevgililere ulaşmıyor yenileri
dua haklarım bitmiş
mucize kotam dolmuş
son bir çocukluk resmim kalmış
onu da sana getirdim
bak hüznümün saçları nasılmış
7 yaşında mutluluğa yeltenmekten sabıkalı
aranıyor
toplumun refah istatistiklerini bozmaktan
biliyorum ki ıssızlığım daim
sen ceza-i ehliyetimi ver
ya da deliliğimi al
yarı suçlu- yarı deli- tam yalnız
ah böyle çok zor oluyor doktorcum.








Cumartesi, Haziran 13, 2015

Mektub-i Sitem.... Bir Arkadaşımın Doğumgünü Mektubu...

 
Seni düşünebilecek kadar unuttum.  Düz bir çizgi halinde ki gülüşün, orta parmağınla gözlüğünü itişin, memnun olmadığındaki göz devirişin, güzel bulduğunda gözünü üzerime dikişin, avuç içini yere doğru eğişin, ilanı aşk edişin, Göksu yollarında elimi tutuşun.. devam etmeyeyim..  Bütün bunları hatırlayabilecek kadar unuttum.

Açıldı hafızamın kapıları. Dağılmıyorum özleyince seni. Dağılmıyorum kapıların ardından hücum  eden anılar zihnimi istila ettiğinde. Filli bileziği takacak kadar unuttum seni. Hatta gövdesi olmayan şu düşünen tahta adam hediyeni görünür bir yere bile koydum. Üst gövdesi delik o tahta adam.. Anımsadın mı bilmiyorum? Çatı katından çıkarıp verdiğin o tahta adam.. Tam kalp kısmı eksik.. Yoksa onu bende kasıtlı mı bıraktın ? Göğsü boş, her yeri sert ve kupkuru  bir tahtadan.. Elimi boşluğunun içine soktum. Ne yapsan dokunamıyorsun tahta adama. Ne uzatsan içinden geçip dışına çıkıyor, ulaşamıyorsun adama.. Önünde duruyor, kavuşamıyorsun adama. Kalbine uzanıyorsun, bulamıyorsun. Sesini bir türlü duyuramıyorsun adama. Yumuşatamıyorsun.


Neyse, tam çiçekli elbisemi makaslayacaktım ki kendimi durdurdum. 30 yaşımın “sen hediyesi” bildin mi ? Sağ olsun 30 yaşım.. Küfredeceğim de sağ olsun diyorum..  30 yaşımın sen hediyesinden gelen çiçekli elbise.. 30 yaşımda öleceğim derdim hep. Ne kadar da ayıp etmişim, haksızlık etmişim 30 yaşıma deyip mahçup olmuştum sonra. Bak bahtım döndü, gönlümde çiçekler açtı elbisemle birlikte, 30 yaşım  utandırdı beni, heyt be..  diyerek giydiğim o çiçekli elbiseye yüklenmiş şapşal anlamlara kıkırdayacak kadar unuttum.

Sonra resimlerimizi açtım.. Kovaladığın köpeği özlemişim.. resimlerde beslediğin ördekler aç.. Topladığın böğürtlenlerden yiyorum ama zehirleniyorum..  Sonra resimlerdeki mezarlık pozlarımıza bakıyorum. Sahi neden ölülerle resimler çektirmişiz ? Mezarların önemi büyükmüş bizde. Mesela bir gece yatıp uzandığın mezarı düşünüp ağlıyorum, ne kadar acı çekmişsindir diye..  Sonra kendi uzandığım mezara bakıyorum.. Ne kadar acı çekmişim diye.. İlk öpüştüğümüz mezarlığı anımsadım. Rahatsız ettiğimiz ölüleri bir de.  Ondan oldu bu lanetli son. O ölüler bırakmadı peşimizi. Ve ben o ölülere imrenecek kadar unuttum seni.

8 haziranda o mezarlığı ziyaret edeceğim.  Özür borcumuz var, ayıp ettik. Tek tek ölülere öpücükler vereceğim. Belki canları istedi, belki yaşamları boyunca dudakları bir kez olsun öyle gülümsemedi. Ölü adama yapılır mıydı bu ? Bu kadar güzel nefes alınır mıydı ölülerin yanında?  Tek tek iade edeceğim onlara imrenişlerini. “Ben de öldüm, hakkınızı helal edin” diyeceğim. Aralarında yatacağım sözüm olsun. Gönül alacağım. Senin yerine de uzanacağım. Senin yerine de uzanıyorum uzun zamandır. Senin yerine de uzandım. Hatırladın mı? Ben de bir gece ötelere doğru uzandım. Gittim, geri geldim. Sen, cenazemi ziyarete gelmedin. Mezarlığımdan geçerken öpüştün sevgilinle. Huyun mudur bu senin ?

Karanlık mağaralar, harabe yerler, kaybolmuş antik kentler.. Dolaşmıyorum, bıraktım.  Şifreyi çözdüm. - Karanlık- harebe-kaybolmuş- Yoksa, sen benimle buralarda kasıtlı mı dolaştın? Dağ, bayır dolaşıyor musun gerçekten hala?  El ele, öpüşe öpüşe dolaşıyor musun? Kaleden ok atılan köşelere sokuluyor musun ? Kurtarıyor musun terliği aşağı düşmüş yeşil elbiseli prensesleri ? Mitolojik tanrılarla aran düzeldi galiba..  Allah aşkına öyle ise konuş onlarla. Yukarıdan bakıp dalga geçiyorlar  benimle. Ve harabe yerleri seviyorsan hala. Gel içimde dolaş biraz da. Çünkü karanlık-harabe-kaybolmuş buralar.

Hergün mutlaka trafikte kara arabalara çarpıyor gözüm. -Adı karaduldu değil mi ? Korkuyorum bakmaya içlerine. Plakalarına bakıp rahatlıyorum, oh sen değilsin diye.  Karadulu araştırdım da geç oldu biraz galiba. Çiftleştikten sonra öldürüyorlarmış eşlerini.  Mesaj mı vermek istemiştin bana ?  Sildin mi karadulun içindeki  lekelerimi -anladın sen onu- Sildin mi içindeki lekelerimi? Öldürmeden, unutamıyorsun değil mi ?

Ömer Seyfettin’i okurken anımsadım sonra seni. “Kol kesildi diyet ödendi” diyen bir kölenin hikayesi..  Son sözlerin öyleydi; “Kol kesildi, diyet ödendi”. Azad olunuyor mu sahiden böyle? Bir de buradaki kol ben oluyordum galiba değil mi?  Kesilen ben oluyordum, diyeti ödeyen sen.. Diyelim ki diyetini ödedin..  E peki şimdi kolun diyetini nasıl ödeyeceksin? Yoksa öbür koluna mı yelteneceksin? Dikkat! Böyle böyle organsız kalacaksın.  Ve "hayalet uzuv sendromu" gibi.. Kolların olmayacak ama ağrısını varmışcasına yaşayacaksın...

Ben bu arada hala mevcut kolumlayım.  Ağrısı arttı. Kangreni bedenime bulaştı. Asıl diyet böyle böyle ödeniyor aslında. Ve fakat kıyamadım da kola. Bir de itiraf edeyim. Bir yanım kangren kolumu seviyor hala.

Kedi aldım, kuş aldım, balık aldım. Senden sonra biraz kalabalıklaştım. Oh be dünya varmış, yalnızlıktan uzaklaştım. Seviyorlar beni. Resmi nikahımız yok. Yine de hatırımı gözetirler, ısırmazlar beni. Onlarda nikah gerekmiyormuş merhamet için.

Tam olarak 12’den isabet!  Domino taşını buldun. O ilk taşı buldun, helal. Bütün hikayeler, cinler, periler, ifritler, iblisler çıktı deliklerinden. Durulmuş, dinmiş bütün denizler.. Hepsi, o son hamlen ile çalan surla kabardı.  Öldü sandığım devler, gitti sandığım cüceler, bitti sandığım yaralar uyandı. Ben şimdi 5 yaşındayım yakarıyorum anneme kapıyı aç diye. 4 yaşındayım yalvarıyorum babama yaklaş diye. Ben şimdi 8 yaşındayım çok yalnızım, 9 yaşındayım karanlıktayım. Ben şimdi 30 yaşımda her yaşımdayım. Her yaşımın yüzü ile konuşuyorum. Spotların altında ve aynadaki çıplak yüzümle. Her yaşımın hüznü ile buluşuyorum.

Senin de çocukların üşüştü biliyorum başına. Yüzlerce çocuğun, farklı zaman dilimlerinden hucum ediyor. Kimi "kendin pişir kendin ye" çiftliğinde aç kalma korkusunda. Kimi, çoraplarını kendi yıkıyor, kimsesi yok. Kimi, aldatılmış hüsranda. Kimi, pis mendilleri kokluyor. Kimi, yüzünün izlerinde boğuluyor. Kimi, babalı bir piç gibi hissediyor-babası olmasa gam yemeyecek. Ve çocuk mezarlığından bir çocuklar sürüsü üzerine hurra ediyor. Vaktim olsa onları besleyecektim. Isıtıp, yedirip, içirip, okşayacaktım. Üzerime salmasaydın çocuklarını kendimi onlara anlatacaktım.

An geliyor ben bölüyorum anı. Geçmişten kopuyor ve geleceğe uzanmıyor. Bu yüzden sonsuzlaşıyor. Bir baloncuk açıyorum. İçine giriyoruz seninle. Mekanı dışlıyorum onun içinde. Sen hala çok iyisin orada. Beni anlarken ki halin gibi. Gülümserken ki gibi..  Göksü’ daki gibi dokunuyorsun bana. Terliğim düşüyor, terliğimi getiriyorsun.. Böğürtlenler topluyorsun, gıdıklıyorsun. Sakız patlatıyoruz, yarışıyoruz, çocuklaşıyoruz. Çamura düşüyorum, pantolonunu veriyorsun. Pencerimin önünde karanlıkta saklanıyorsun. Ormanlar buluyoruz, gizli patiska yollar, çadırlar kuruyoruz orada. Seni çok seviyorum, çok özlüyorum burada.  Çok sarılıyoruz, çok sevişiyoruz, çok gülüşüyoruz.. özürleşiyoruz, affediyoruz, unutuyoruz, dertleşiyoruz orada.. O baloncuk dağılıyor. Dışına çıkıyorum. Gerçeğe dönüyorum.  Sen, zalime ben, mağdura evriliyoruz. Ancak zalimliğinle onarılıyorum. Zalimliğinle daha iyi başa çıkabiliyorum. Kötü olursan, daha kolay unutuyorum. Kötülüğüne dayanabiliyorum. Daha antremanlıyım bu alanda. Kötünün terkedişi, iyinin yok oluşundan daha evla. İyi hallerinle başa çıkamıyorum. İyi halden uzayacak ömrün yoksa.


Hamileyken çirkine, aşıkken de birleşmemiş köprülere bakılmazmış. 3. Köprünün direklerinden oldu hep. Yırttım o saçma resimleri –yırtmadım yırtmadım-  3. Köprünün direkleri kavuşacakmış çünkü yakında. Gidip tamamlanmışına da bakacağım. Garipçe’ de ki o boş kaleye sığınacağım. Ölürsem o deniz kıyısındaki mezarlığa gömüleceğim. Ölmeden önce son bir kez daha sevip bu defa da o mezarlıkta öpüşeceğim. İnat değil mi.

İşte böyle hatırlayabilecek kadar unutmuşum seni. Unuttukça hatırladım, unuttukça cesaret ettim hatırladım seni. Unuttukça hatırladım. Unuttukça. Unuttum. Unuttukça.. Hatırladım.. Hatırladıkça unuttum.. Böyle böyle takıldım perseverasyonlara..

Aşkın optik ayarlarına tam uygun konumda bıraktın kendini. Çözünürlük, maksimum. Görüntü çok net. Biraz yakınlaşsan flulaşır biraz uzaklaşsan kaybolurdun. Nasıl böyle milimetrik ayarladın kendini. Işık tam tepeden vuruyor üzerine. Gölgen bile yok. 

Kimseye anlatmıyorum bunları. Sessizliğimin içine gömdüler beni. Düşman olmamı bekliyorlar sana. Şimdi hala ..… desem deli diyecekler bana. . Patalojik ….  diyecekler bi tarafımın doktorları. Aşk filan da değil bu aşk filan değil. Unuttuğum tüm hikayelerimi yeniden okudurm ve edit etmek istiyorum sadece. O en iri taş yerinden oynadı sayemizde. Hikayelerimi örttüm sanmıştım. Nasırlaşsınlar diye neler yapmıştım. Şimdi hikayelerim canlı bomba gibi elimde.  Kıpırdayamıyorum haliyle.

Senin hikayen ne durumda peki ? Duydum ki konsept değişmiş sende. Masumların yanında olmuşsun, haksızlıkların karşısında - tüm bunları yaparken varsayımın hiçbirisi gibi  olmadığın şeklinde- Dürüst olmuşsun, can yakma pahasına. Merhamet dağıtmışsın, acımasız ola ola. Legal cinayetler, meşru yaralamalar yaratmışsın temizlenmek uğruna.. Kötüden çalıp iyilere vermişsin. Hırsızlık mübah olmuş. Ve hatta sevap.  Ailecek seyrettik. Çok beğendik.  Sen ne ara Robin Hood oldun  anlamadık ama.

Hayat, benimle tematik çalışıyor.  Aynı tema hep aynı tema.. Beşikten mezara.. Aynı anaları yaratıyor aynı babaları, farklı oyuncularla.  Ben, böyle bir ajitasyonlar, bir dramatizasyonlar, kendimden sıkıldığım bir dışavurumsal sanatlar peşinde.. Hangi köşede dua etsem kabul olur, hangi çocuğun başını okşasam bir günahım dökülürün hesabında..  Babaanne gibi, eden bulur mu, ahlar tutar mı sohbetlerinin içinde.. Potansiyel suçlarımdan cezalarımı avucuma almış, kaldırıma oturmuş, çitletiyorum.  Bazen ağzımdaki bantı çıkartıp kendi kendime ifadeler  veriyorum “Çalmayacaktım hakim bey, vallahi o tetiğe basmayacaktım” diyorum. Rüyalarımda dilsizim konuşamıyorum. Kalemler kırılıyor. Davalar, dosyalar uçuşuyor. Ağlayanlar, suçlayanlar, seyredenler. Rüyalarımda sağır kulaklara yalvarıyorum. Ya hep birileri kör, ya birileri sağır,  ya birileri dilsiz, bir taraf diğer tarafa ulaşamıyor hep. Kabir azaplarına yataklardan başlanıyor. Kederinle gömüldüğün soğuk yataklarından.

Allah’ın mübarek kulusun. İmreniyorum. Yaktığın gemilerden sandallarla döndün adana. Kayıplar, alındı geri. Kollar kesildi yerine yenileri bitti, ot gibi. Korktuklarını savdın. Günahlarını bir günde üzerinden attın. Suç ortaklarını tek bir günde sattın. Saflar ne kadar kolay değişti? Ve sen temize çıktın. Hep istediğin affedilmekti. Bir ağacı kurtarmak için bütün bir ormanı yaktın.  Sonra da başımıza çevreci kesildin. Dimyattaki pirinci de yedin eldeki bulgur da kaldı. İmreniyorum sana. Ben de senin Allah’ından istiyorum. Buradaki adalet farklı tecelli etti.

Suçladığın herkes oldun, suçladığın herkes. Suçladığın baban oldun, suçladığın sevgilin oldun, suçladığın annen oldun, suçladığın ben oldun..  Hep bir mantıksal gerekçen vardı. Hep bir neden sonuç ilişkisi, hep bir tutarlılık yanılsaması. Gerekçesi olan herşey senin için mübahtı. Kötü olmamak için herşey oldun. Birşey olmamak için herşey oldun. Nerede birinden korksan öbürüne sarıldın. Nerede birine sarılsan kendisinden korktun. Ve her korktuğunda diğerine sarıldın. Birini diğeriyle, diğerini ötekiyle ve herkesi birbiriyle yonttun. Taşları sürte sürte ateş çıkardın. Hep haklı, hep iyi, hep temiz nasıl kaldın?  Bayım, “temizlenişin”  tüyler ürpetti.

Durmak yok yola devam. Bilinç altın her yeri kapladı. Paralel de o, derin devlet, asker, polis, savcı da o. Bilinçaltın darbe yaptı. Kendi cadılarını, hainlerini, kötülerini yarattı. Eline bir masum bir de zalim lazımdı. Kurtarıcı olmaktı soyunduğun rol. Sana suçluluk olmaksızın kesebilecek bir el, utanmaksızın suçlayabilecek bir zihin lazımdı. “Dava adamı” oldun. Tanık olduk nasıl yüceleştirilir cinayetler, nasıl rasyonalize edilir suçlar, nasıl aklileştirilir saçmalıklar. Tanık olduk nasıl estetize edilir ilkel korkular.

Ben etik, ideolojik, bilmem ne söylemlerle acemi bildiriler dağıtırken etrafa. Ne komik gençmişim, tecrübesizmişim daha doğrusu kazık yememişim daha. Maval okumak kolaymış. İyilik, temizlik, güzellik demek, kötüleri cık cıklamak kolaymış o ara. Yahu sen beni suça ikna ettin. "Kötülerden çalıp iyilere vereceğiz" dedin. Hırsız olduk. Meşrulaştı. Tatlı da geldi sonra. Ben sahiplendim bu işi. Saflık bu ya. Kendim için hiçbir önlem almamışım  bu arada. Güven, biz bu işin hakkını vereceğiz dedin. Tam son bankayı boşaltırken kalktın bizi ihbar ettin. Neymiş bana hiç güvenmemişsin. Mapustan yazıyorum bunları sana. Bankada müdür olmuşsun. Tebrik etmek istedim.

Herkesten herşeyi bekleyebilirdim. Herkesten herşeyi. Beni sevenden de, deli dizgin aşık olandan da. Allah'la arası iyi olandan ya da etrafa kibarlıklar dağıtandan da. Küçük Prensi seven bir adamdan değil ama. Referansın küçük prens olmasaydı. İçime kabul etmezdim seni. 41 tane gün batımı saymaya yeltenmezdim seninle. Sahi hatırlar mısın, 41 gün batımı projemiz birinci numarada bitmişti. Bizimkisi, pazartesi akşamında diyeti bozan kadınlar sahiciliğinde bir sevgi.  Sen kaldığımız yerden devam ettin. Ben, insansız ve güneşsiz hava sahasında. 41 alacakaranlık çalışmasında. Ben, ıstakozun gözlerini çıkaran kadın. Cabbarım. Şefkat, lazım değil bana.

Zihnin ışık oyunları. Aynı kırmızı parlak taze elmaya baktık. Sen kadrajı değiştirdin, ışığı düzenledin, açıyı ayarladın, zoom yaptın, bilmem ne oldu..  Sonra bütün bu ayarlamaları kendinin yaptığını unutup elmaya baktın. Ve çürüdüğüne inandın.

Ve fakat. Sular çekildiğinde belirecek pislikler var. Bir dalga çıktığında.. Tortular suyun dibinden hucum edecek yukarı doğru. Ve  öfken geçtiğinde. Ve korkun dindiğinde. Can havlinden çıktığında. Zihnin paydos ettiğinde. Rol dağılımları yapılacak yeniden. Ki elma duruyor orada hala. İlüzyonlar dağıldığında. Herşey o zaman yeni başlayacak senin için. İyi bak, bu defa gerçekten çürümüş de olabilir elma. Ve işte belki de bu..  Bütün ilüzyonlarını sil baştan destekleyecek. Bu yüzden muhtemelen kurtulamayacaksın matrixinden. Sistemin ya  kendini her daim koruyacak ya da birgün kendi kendisini imha edecek.

Seni, çevreni saran ateş değil ancak ve ancak kendi kendini sokuşun öldürecek.

-- Sana kırmızı hap mı  mavi hap mı dedim. Ve sen, benden nefret ettin.

   Hey gidi..  Nerede kaldı, "Cesur Yeni Dünya" mottosu...



Cuma, Haziran 12, 2015

Çocuk Lügatımız; "Korkutmak İstemedi, Seviyor Abla Seni"



Çocukken ben.. çocukken..

Hep bir mucizenin üst katında tepinirdim.
Söverdiniz susmam için, 
Tak tak tak, vururdunuz duvara
Nev-i şahsına münhasır davetlerim,
Dumandan sonraki keşfimdi 
Vurup vurup topuklarımı duvara,
Çıkmaz mısınız bir üst kata? ,
Demek isterdim. 
Ağzımla değil. Ayaklarımla, 
Vura vura, duvarlara..

Utandım canım işte. “Ne olur gelin” demeye,
Gürültü daha kolaydı, sukunetten
Söyletmeyin işte.
Hala çağıramam gelin diye.
Ben gürültü çıkarayım siz anlayın
Dumandan daha tehlikesiz, anlayın.
Pençelerim, daha utanmazdır patilerimden
Yumuşak karnım, göz yaşım, hepsi birer utançtır
Canım anlasaydınız ne vardı gürültülerimden
Gürültülerim, fısıltılaşacaktı anlasaydınız..
Bekleseydiniz, müzikleşeceklerdi.
Bekleseydiniz, savaşmadan sevişebilecektik
Kaçırdınız.

Saçıma kelebekler dikmiştim, evet,
Evet, öpüştüm o denizin dibindeki balıkla
gece bir tay doğurdum içtiğim ilaçlarla 
Doğruydu, karıncaların yalancısıyım diyorken size
O alet edevat kutusunu tanrı sandım bir ara
Doğrudur pistim, pis dolaştım orada
Burunlarını silmiyordu başroldeki sevilesi kadınlar!
Morlarımı sakladıysam içime,
Kırmızıydı diye bütün barbieler

Perdelerden bozma çadırlarda yalnızlığı aradım 
Neyim eksikti kariyerli kedili kadınlardan ?
-Bu kriteri de büyüyünce öğrendim-
Perdelerimin içinde, kedilersiz bir yerde
Bulmuşum, bulunmuştum
Bir doktorculuk kadar yakındı
Aşk, o zamanlar bize
Zillerine basıp kaçtıysam kalplerinizin
Arayın da bulun diye,
Kızın, kovalayın, yakalayın diye ben,
Saklanırdım çadırlara. 

Kaybolmuş numaralarım, 
Kızmış, istemez bakışlarım,
Küstüm , oynamıyorumlarım.. 
Biraz ters bir lügat ile
Sevgi arsızı dokunuşlarım..
Ne vardı ? Anlasaydınız işte.

Tam kanımız kaynadı, tam oyuna ısındık
Sobelendik, ebelendik, kör ebeydik
Akşam ezanlarında yaktık imanımızı
Akşam ezanlarında eve gitmelerde
Küfrede küfrede
İlk ayrılık, ilk geri sayımlarda
Yaktık imanı
Akşam ezanları, yaktın.

Küçük adam, hatırlar mısın?
Mahalle çocuğuydum ben,
Sokak kızı derlerdi
Bisiklet ile çok soyuldu dizimin derileri
Bisiklet ile ezmeye çalışır gibi yaparken seni
Cilveleşirdim,
Korkuturken, şakalaştık sanardım
-ki hala komik bence -
Sanki en çok seni korkuturken yakınlaşırdık,
Ben korkutayım, sen bir şey de
Ben korkutayım, sen bir şey de
Muhabbet çoğalsındı maksat..
Birgün gerçekten çarptığımda
Vallahi, kasten değildi..
O gün soyulan dizimin derileri
İyileşmedi.. 

O sarışın kız, ufak, tefek, mavi göz
Hiç aklımdan gitmez,
Gelmez olaydı mahalleye,
Mavisini nasıl da siyahcasına üzerimize saçtı
Gözümün kahvesi ile aramızı açtı,
Aramı açtı deniz kızlarıyla,
Kirpiklerimi uzasın diye kestiğim de yalandı
Kahverengisini kısaltıp, 
Mavisini uzatacaktım bakışlarımın.
Geri almak seni,
Bir makas darbesi
Ve birkaç kirpiğimin defni 
Kadar kolaydı,
Terkedilmemek o ara

Sevgili Büyükler,
Değişmez büyüyünce oyunlar, değişmez
Lügatlar, değişmez… hikayeler değişmez.
Yine tepinerek çağırmaya çalışırsın alt komşuyu
Huyun değişmez.
Polise şikayet ederler,
Zindana kapatılır, acılarınla keder
Kaka şakalar yaparsın yakınlaşmak için
Kapının arkasından çıkarsın
Böö diye karanlıktan,
Korkutarak, oyun oynarsın
Saklanırsın divanın altına bulunmak için,
Dokunulmak için küsersin,
Anlaşılmak için sesini yükseltirsin,
Küs mü, barış mı ile çözmek istersin bazen 
-Baş parmağınla işareti öpüştür-
-Arasından bir parmağını geçiştir-
Gel kilometreleri parmaklarımızla bitiştir
Büyüme, gel 
Bu kadar kolay olsun
Öpüştür kaderlerimizi
Demek istersin..

Babamı çağırmak, abime söylemek,
En olmadı mahallenin çocuklarına şikayet etmek mümkün mü seni?
Sokağa çıkarmasın ertesi gün annen,
Boş odada düşün, tek ayak üstü dur 
Canın acımasın tabi ama…
Yeter ki göz yaşlarımı ufacık yatıştırsın birileri
Sonra yuvarla parmaklarını gel 
Küs mü, barış mı ?
Bu kadar kolay onarılırdı yaralarım bir ara
Açılan, saçılan, her türlü deli yaram
Bu kadar kolay açılır.. saçılır.. onarılırdı..

Çocukluğumuzun en son gününü hatırlıyorum.
Çocukluğumun en son günüydü.
Küstüm Levent’le evleneceğim! demiştim sana.

Ah be canım
Daha hırsız olmamışken elimi kestin.
Henüz aldatmamışken sürgüne gittim.
Henüz öldürmemişken katledildim

Sonra sen bana, 
Öldün mü dedin?
Öldüm, dedim.
Çok belliydi şaka olduğu.
Ölseydim nasıl cevap verebilirdim ?
Öldüm diye, gömdün ve gittin.

Canım çocuğum, sevgili büyüğüm ve  küçük adam, 
Hikayeler yukarıdan aşağıya akıyor
Bak bu yüzden ölüler ranzalarda yatıyor
Kabir azabı yataklardan başlıyor
Kederinle gömüldüğün soğuk yataklardan..
-Hiç yakıştı mı şimdi bu sözler çocuklara-
Ama canım çocuğum,
Ben yaşlandım, sen kaç yaşındasın peki bu ara?
Sanırım sen annenin eteklerine kaçtın
Sen benim çocuksu neşelerimi kıskandın. 
Heveslerimden korktun.
Bu yüzden beni hüzünlerinle boğdun.
Sarışın, mavi gözlü  kızı çağırdın.
Ben yine kirpiklerimi kestim. 
İlaçlarımı içtim.
Taylar doğurdum.
Topukladım duvarları.
Polisler geldi.
İçeri düştüm.
Etrafımda çadırlar ve kediler.
Bir de kederler.

Masalıma ağlayarak uyumuşum.
Çocukluk işte.
Düşlerimde konuşuyorum hala seninle;
"Vallahi ezmeyecektim bisikletimle"
"Çalmayacaktım o bileziği"
Potansiyel suçluluktan,
Yenir mi hiç bu ceza?



Çarşamba, Mart 25, 2015

Saklambaç ve Rus Ruleti


Sen, içime doğurdum ışıklı bebek
Gömdüğüm anılarım
Görmediğim atalarım
Kökü gökyüzünü gören çiçek
İçine doğduğum kuyu
Ve içimden çıkardığım karanlık döşek

Sen, beni tane tane damıtan elek
Beynimin örümcek ağı
Ve beynimdeki örümcek
İçine düştüğüm kuyu
Balına vurulduğum zehirli petek
Şehrimin istilacısı
-Son kalemin kurtaranı?
Selam!  ben Rapunzelin saçsızı :)
Başka başka masallarda
Uzattığım saçlarımla
Boğulmuştum hep

Saklambaçtaki yerine ulaşana dek
İçine düştüğüm oyun
Dünümü bulduğum yanım
Sonu sen olan
Müthiş bir galibiyet
Ben ki tüm oyunlarımda hilesizdim hep


Gök ile yer, sağ ile sol, son ile baş
Görüş alanım sınır tanımaz
Uçar uçar uçardı hep içimde
Oyuncu  bir kelebek
Ben ki körebede dahi
Seni görebilerek
Konup konup dallarına
Uçuşurdum hep
Oyunlar tükendi mi mızıkçı bebek?
ve bir ekim yaşadığım ilk mağlubiyet..
Rus ruletinde yenildiğim
Tuhaf  bir felek

-saklambaçta bulduğum-
-körebede gördüğüm-
- sobelediğim- güldüğüm-
Her yer sessiz, her yer karanlık
Çocuklar sustu
Nerde zilleri kapıların
Neden aynaları kararttın
Ne vardı ikimiz de yenilseydik
Rus ruletinde ?


Pazartesi, Ocak 19, 2015

Bir Kadın Düşle Kumdan


Bir kadın düşle güneşten
Büyüsüne kapılmıştı sesinin
Pembe mavi karışımı ellerin
Gün batımını anımsatırdı senin
Heryerine bulaşırdı renklerin
Kısılan gözlerinin öğle vakti
Adını son seslenişine müteakip
Dudağının köşesinde bulunmuştu cesedi
Bir kadını düşle güneşten
Büyüsüne kapılmıştı teninin
Aynalarda görse idin kendini
Geçemez, geçemez, geçemezdin o senden..

Bir kadın düşle ki camdan
Nasıl tutsan kırılıyor elleri
Öptüğün yerleri mor
Üflediğin yerler yanık
Kendi kendini biliyor teni
Ölürken,
Bir de sevişirken seninle
Kesiliyor elleri..
Bir kadın düşle camdan
Öyle narin, öyle keskin ve öyle deli


Bir kadın düşle kumdan
Bir rüzgarla dağılır kaleleri
Dalgalardan uzak, denizlere küs
Rüzgarlarla kavgalı
Öyle sevdalı, öyle yalnız, öyle deli
Kumdan sevgiler seli
Getirmiştin baharda
Kumdan bahçeler,
Kumdan saadetler
Kumdan bir aşk bahşetmiştin ona
Ah bir dalga götürdü kaleleri
Bir kadın düşle kumdan..
Acıları taştan, acıları demirden,
Acıları haktan..


Bir kadın düşle küçük bir kızdan
On yıllardır hala bekliyor seni
Annesinin kapıları açmadığı
Babasının dövdüğü
Çocukluğunun öldüğü
Kadınlığının sövdüğü,
Bir köşede..
Oturmuş ve bekliyor...


Pazartesi, Ocak 05, 2015

MELANKOLİ

İmtihanı ıpıssız bir yokluk olanın
Anıları diri diri buz dağına gömülür
Karşı dağa ulaşmadan daha  sözleri
Ah havada tane tane buza dönüşür

Bilekleri kese kese giden bir sessizlikte
Her anısı ciğerinden halka halka sökülür
Sesinin aksi dahi terki diyar içinde
Yalnızlığın gölgesinde yana yana ölünür

Sevmeye teşebbüsten sabıkalı biçimde
Cani bir yalnızlığın avlusunda salınır
Yanağını okşamış bir adamın ellerinde
Ufalanır tüm hisleri kum kum olur dağılır

Gecenin kör zifirinde sevdiğinin adını
Hain bir sessizliğin suratına bağırır
Yola yola bir zamanlar okşadığı saçını
Dikenli sopaları kusa kusa çağırır

Irmaklarcasına akıp yaşları
Aynalı duvarların arasına saçılır
Ağ ağ yalnızlığına dolanmış saçlarından
Yıldızsız ve zifiri bir gökyüzüne asılır

Cuma, Kasım 28, 2014

Bugün Adım İsmail


Bugün adım  İsmail,

Caniler, özgür
Suçlular, muaf
Diyetler, ödenmiş
Ve günahlar silinmiş
Kanım ondan kutsanmış
Katlim bu yüzden vacip
Yaşım pervasızca  akıtılabilir
Ki katilim cennetlerle müjdelenmiş

Ve serilmiş önünüze
Boyayın kırmızıya
Beyazını boynumun
Her bir dudak izini
Tırnaklarıyla soyun
Sevdiğimin elinin
Bu vahşet hepinize
Helal edilmiş

Ah benim yaşlarımla yıkanacakmis siyahlar
Masumiyet, deliğinden boyle çıkacak
Nefesim haram, gülüşüm lanetli
Bu yüzden iyi diye ilan edilmiş
Öpülen boynumdaki bıçak darbesi

Tenimden tek tek silinecektir eller
Geri mi alınacak öpüşler ?
Ah nasıl kazinir ki dokunuş?
Derim mi soyulacak bu yüzden?
Benimle mi silinecek anılar,
Benimle mi değişecek kaderler,
Boyle mi affolunur gunahlar,
Ya benim icimdeki kederler ?


Benim canım dirilere feda edilip
Benimle gömülecek hevesler
Kanimda dolaşıyor anılar
Dilimde bir tat, tenimde bir koku
Hepsi tek tek kazınacak!
Hepsi geri alınacak!
Bu dirilik, bu tazelik, bu nefes
Bu coşku, bu ateş ve bu heves
Eyvah ! "Masumları" bozacak
Olmeli ve ölecek.

-------------------------

Benim adım İsmail.
Leyla değil.
Aslı değil.
İsmail.
Senin gerçek adın neydi İbrahim ?
Öldükten sonra öğrendim.
İbrahim olmadığını...
Ne komik.




Cumartesi, Ekim 25, 2014

Yusuf gibi, Ali gibi, Kahpe gibi..


Damarıma kendisini zerk eden bir adamın
Kuyusunda Yusuf gibi inlemekteyim
Dudağımın köşesinde kalakalmış zehrinin
Damlasına müptelayım, delirmekteyim

Gözlerime kendisini resmeden şu adamın
Nefesinin şarkısını dinlemekteyim
Bu adamın bakışını tek bir tutam serpenin
Kapısında Ali gibi  beklemekteyim

Ah katilim, canım, cansızlığım. adamım
Nefes tuttum, yokluğunu izlemekteyim
Sır gibi saklıyorum henüz kendimden
Katli vacip fermanını gizlemekteyim

Yası dahi tutulmamış ölüler gibi
Kefenimi üzerime giyinmekteyim
Mezarım yok, toprağım yok, taşım yok
Üşüyecek kadar canlı kalma lanetindeyim

Hınca hınç recmedilmiş kahpenin
Kaderini omuzumda taşımaktayım
O ilk taşı ciğerime kendi atmış adamın
Taşlarını, anı diye saklamaktayım

Parmaklarım teker teker kesilmiş
Teker teker koparılmış saçlarım
Damar damar soyulmuş bileklerim
Tek hamlede alınmadan nefesim
An be an, lime lime can vermekteyim
Katilim, canım, cansızlığım, adamım
...........

MİDASIN BERBERİ


Görünmez adamlar dolaşır gecenin sessizliğinde
Mumlar yakılır maskeler iner
Ağzı gözü kulağı meydana çıkar
Görünür olur görünmez adamlar
Oturur kenarına bir uçurumun
Bir şarkı duyulur uzaklardan
Şarkı yankılandıkça uçurumda
Yankının peşi sıra atlar uçuruma
Sonra mumlar söner güneş doğar
Hayat uyanır cesede bakar
Maske gelir yüze konar
Görünmez olur görünür adamlar